Recep. T. Teke, İsrail’in Filistinlileri tehcir politikalarını ve Ürdün ile Mısır’ın tepkilerini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleşen saldırılarının ardından İsrail, Gazze’yi karadan ve havadan yoğun bombardımana maruz bıraktı. İsrail’in halen devam eden saldırılarında hayatını kaybeden Filistinli sayısı 10 bini aştı. Ayrıca İsrail ordusunun 28 Ekim’de başlattığı kara operasyonunda şehir merkezinin de içinde bulunduğu Gazze’nin kuzeyi tamamen kuşatılmış durumda. İsrail’in bu bölgedeki askeri operasyonları devam ederken bir yandan da Filistinli siviller Gazze’nin kuzeyinden güneyine doğru tahliye ediliyor. Dolayısıyla ortadan ikiye bölünen Gazze’de birçok uzmanın ve uluslararası örgütün “etnik temizlik” kapsamında değerlendirdiği ve “savaş suçu” olarak gördüğü bir süreç başlamış durumda. Öte yandan kamuoyuna pek yansımasa da Yahudi yerleşimcilerin Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilere karşı baskı ve ihlalleri de tehlikeli boyutlara ulaştı. Tüm bunlar İsrail’in, Batı Şeria ve Gazze’de yaşayan Filistinlilere yönelik yeni bir tehcir politikası mı uygulamak istediği sorusunu gündeme getiriyor. Bu ihtimali oldukça ciddiye alan Ürdün ve Mısır yönetimleri ise İsrail’e sert uyarılarda bulunarak böyle bir politikanın kendileri için “kabul edilemez” olduğunu net bir şekilde ilan etti. Dolayısıyla Tel Aviv’in Filistinlileri zorla yerinde etme gibi bir politikası varsa da bunu büyük bir bölgesel krize yol açmadan yürürlüğe koyması mümkün değil.
İsrail’in planları
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 7 Ekim saldırılarından yalnızca bir hafta sonra Gazze’nin kuzeyinde yaşayan yaklaşık 1,1 milyon Filistinliye bölgeyi tahliye etme çağrısı yaptı. Havadan gönderilen broşürlerle duyurulan bu çağrıda, Filistinlilerden Gazze’nin güneyine yani Mısır sınırına doğru gitmeleri istendi. Böylece Gazze’nin kuzeyinin Filistinlilerden arındırılması için ilk adım atılmış oldu.
İsrail’in bu bölgeye yönelik kara operasyonu ise 28 Ekim’de başladı. İsrail ordusu bu operasyonla Hamas’ın Gazze’deki varlığına kesin bir şekilde son vermek istediğini belirtiyor. Ancak operasyonun uzun vadeli hedefleri belirsizliğini koruyor. Yani “İsrail için zafer ne anlama geliyor?”, “İsrail’in çıkış stratejisi nedir?”, “İsrail Gazze’yi tekrar işgal mi etmek istiyor?” gibi sorulara henüz net cevaplar vermek mümkün değil. Bununla birlikte İsrail’in hava ve kara operasyonlarının Gazze’de yaşayan Filistinlilere etkisi ortada; ölüm ya da göç.
Kasım ayının ilk haftası itibarıyla İsrail saldırılarında öldürülen Filistinli sayısının 10 bini geçtiği bildirildi. Hayatını kaybedenlerin önemli bir kısmı kadın ve çocuklardan oluşuyor. İsrail’in saldırılarından korunmak isteyen Filistinliler ise Gazze’nin güneyine doğru göç etmeye zorlanıyor. İsrail ordusu halihazırda Gazze’nin kuzeyini tamamen kuşatmış durumda. İsrail tankları Gazze şehir merkezine doğru ilerlemeye devam ediyor. Aynı zamanda halen Gazze’nin kuzeyinde bulunan Filistinlilerin güneye doğru göç etmesini mümkün kılmak için kuşatmanın ortasından bir tahliye koridoru açıldı. Tüm bunlar Netanyahu’nun neyi amaçladığını açıkça gösteriyor. İsrail’in güvenliğini sağlamak bahanesiyle ilk etapta Gazze’nin kuzeyini insansızlaştırmak ve zorunlu göçler yoluyla bölgeyi Filistinlilerden arındırmak. Bu tehcir politikasının uluslararası hukuktaki karşılığı ise etnik temizlikten başka bir şey değil.
İsrail işgali altındaki Batı Şeria’da yaşanan olaylar söz konusu bu tehcir politikasının Gazze’yle sınırlı kalmadığını gösteriyor. 7 Ekim saldırılarından bu yana, Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilere karşı gerçekleştirilen şiddet eylemlerinde ciddi bir artış meydana geldi. Son bir aylık süre zarfında gerek İsrail askerleri gerekse Yahudi yerleşimcileri tarafından yapılan saldırılarda, 150’nin üstünde Filistinli öldürüldü. Ayrıca İsrail ordusu keyfi sebeplerle 2 binden fazla Filistinliyi tutukladı. Filistinlilere yönelik baskı ve şiddetin artması nedeniyle özellikle yasa dışı Yahudi yerleşim birimlerine yakın bölgelerde yaşayan yüzlerce Filistinli evlerini terk etmek zorunda kaldı.
İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, Batı Şeria’da Filistinlilere karşı uygulanan şiddetin tırmanmasında ve sistematik bir hale gelmesinde büyük bir rol oynuyor. Yahudi yerleşim birimlerinin genişlemesini ve sayısının artmasını savunan Ben-Gvir, Hamas saldırılarının tanıdığı siyasi manevra alanından istifade ederek Batı Şeria’da “gayriresmi bir yerinden etme” politikası yürütüyor. Ben-Gvir’in Yahudi yerleşimcileri silahlandırmaya süratle devam edeceğini açıklaması ise bu politikanın hız kazanacağına işaret ediyor. Dolayısıyla İsrail yalnızca Mısır’a komşu olan Gazze’de değil, Ürdün sınırında bulunan Batı Şeria’da da Filistinlilere yönelik tehcir politikası uyguluyor.
Mısır ve Ürdün’ün tepkileri
İsrail’in Filistinlilere yönelik uyguladığı politikalardan en çok etkilenen ülkelerin başında Mısır ve Ürdün geliyor. Sırasıyla 1979 ve 1994 yıllarında İsrail’le barış anlaşması imzalayan bu iki ülke tarihsel olarak İsrail-Filistin meselesinin tam merkezinde yer alıyor. Hamas ve İsrail arasında geleneksel olarak arabuluculuk yapan Mısır, Refah Sınır Kapısı üzerinden Gazze’yi dış dünyaya bağlıyor. Ürdün ise gerek nüfusunun yaklaşık yarısının Filistin kökenli vatandaşlardan oluşması gerekse Kudüs’te bulunan Müslüman ve Hristiyan kutsal mekanları üzerinde vesayet sahibi olmasıyla öne çıkıyor. Ancak Filistin meselesinde söz sahibi olan bu iki ülke, patlak veren krizlerden de oldukça olumsuz etkileniyor. 1948’den bu yana bölgede yaşanan gelişmeler bu çıkarımı fazlasıyla doğrular nitelikte. Aynı şekilde İsrail’in Filistinlileri Gazze ve Batı Şeria’dan çıkarmaya teşebbüs etmesi yine en çok Mısır ve Ürdün’ü etkileyecek. Zira Filistin topraklarından başlaması muhtemel bir mülteci dalgasının ilk durağı bu iki ülke olacak.
Geçen hafta İsrail hükümetine bağlı bir bakanlığın, Gazze’de yaşayan 2,3 milyon Filistinlinin Mısır’ın Sina Yarımadası’na nakledilmesini öngören bir plan hazırladığı ortaya çıktı. İsrail tarafı bu raporun bağlayıcı olmadığını iddia etse de Gazze’deki Filistinlilerin “geçici” olarak Sina’ya yerleştirilmesi çatışmanın ilk günlerinden beri gündemi meşgul etmeye devam ediyor. Yine Netanyahu hükümeti açıkça ifade edemese de Sina senaryosunun birçok açıdan İsrail için en ideal politika olduğu ortada. Ancak hem Mısır hem de Ürdün yönetimleri Filistinlilerin Sina yarımadasına itilmesine kati bir şekilde karşı çıktı. Siyasi, ekonomik ve ulusal güvenlik gibi açılardan değerlendirildiğinde Mısır ya da Ürdün’ün Filistinli mültecileri kabul etmesi mümkün gözükmüyor.
Konuyla ilgili açıklama yapan Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, İsrail’in Filistinlilere yönelik uygulamak istediği tehcir politikasının ülkesinin İsrail’le olan barışını tehdit edeceği uyarısında bulundu. Zira Kahire yönetimi Refah üzerinden Sina’ya yerleştirilecek Filistinlilerin bir daha memleketlerine dönemeyeceklerinin farkında. Bu durum İsrail’in Filistin sorununu Mısır’a da ihraç etmesi anlamına geliyor. Sisi rejimi ise bu meselenin yaratacağı siyasi, diplomatik ve ekonomik yükü sırtlamak istemiyor. Ayrıca Filistinlilerle birlikte Hamas mensuplarının da Sina’ya girişi söz konusu olacak. Müslüman Kardeşler’i terör örgütü ilan eden Sisi rejiminin, İhvan’ın Gazze’deki temsilcisi olarak ortaya çıkan Hamas’a uzun zamandır şüpheyle yaklaştığı biliniyor. Çatışmadan önceki yıllarda dahi zaman zaman Sina’da denetimi sağlamakta zorlanan Mısır, ulusal güvenliğiyle ilişkilendirdiği sebeplerden ötürü Hamas’ın bu bölgede faaliyet göstermesini istemiyor. Çünkü Hamas’ın İsrail’e karşı direniş hareketini Sina’ya taşıması, İsrail-Hamas çatışmasının Mısır’a sirayet etmesine ve bölgenin Mısır için istikrarsızlık üretmesine sebep olacak. Son olarak Filistinlilerin Sina’ya yerleştirilmesi Mısır’ın İsrail’in tehcir politikasına rıza gösterdiği anlamına gelecek. Bu durumun Sisi’nin siyasi meşruiyetine büyük bir darbe vuracağı aşikar. Dolayısıyla rejim güvenliğini diğer tüm önceliklerin üstünde tutan Sisi’den İsrail’in zorunlu göç politikasına yeşil ışık yakması beklenemez.
İsrail’in tehcir politikası, Ürdün’ün güvenlik ve istikrarına yönelik daha ciddi tehditler içeriyor. Bu nedenle Ürdünlü üst düzey yetkililer, Filistinlilerin zorla yerinden edilmesine karşı Mısır yönetimine nazaran çok daha sert uyarılarda bulundu. Ürdün Kralı 2. Abdullah yaptığı açıklamada, bu konunun kendileri için bir “kırmızı çizgi” teşkil ettiğini kuvvetli şekilde vurguladı. Ürdün Başbakanı Bişr el-Hasavne ve Dışişleri Bakanı Eymen Safedi ise yaptığı açıklamalarda, Kral Abdullah’tan da ileri giderek Filistinlileri tehcir etme girişimini “savaş sebebi” olarak değerlendirdi. Amman yönetimi, Gazze’de yaşayan Filistinlilerin Sina’ya nakledilmesinin, Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilerin Ürdün’e gönderilmesine emsal teşkil edebileceği kanaatinde. Böyle bir nüfus transferi ise ülkenin ulusal güvenliğine ve siyasi istikrarına yönelik “varoluşsal bir tehdit” olarak algılanıyor. 1948 ve 1967 Arap-İsrail savaşlarının yol açtığı göç dalgaları sebebiyle demografik yapısı kalıcı olarak değişen Ürdün, İsrail-Hamas çatışmasının benzer bir senaryoya zemin hazırlamasından endişe duyuyor.
Ürdün yönetimi, Netanyahu liderliğinde kurulan ve “İsrail tarihindeki en sağcı koalisyon” olarak nitelendirilen İsrail hükümetinin Batı Şeria’da uyguladığı politikalardan da bir hayli rahatsız. Batı Şeria’da yaşanan gelişmeleri kaygıyla takip eden Ürdün, İsrail askerlerinin ve Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik şiddet eylemlerine ilişkin ağır eleştirilerde bulundu. Nitekim Ürdün Dışişleri Bakanı Safedi, ABD merkezli CNN International televizyon kanalına verdiği röportajda, bu eylemleri “yerleşimci terörü” olarak nitelendirdi. Ürdün, İsrail’in Hamas saldırılarını bahane ederek Batı Şeria ve Kudüs’te statükoyu kalıcı olarak değiştirmek istediğini düşünüyor. Bu yöndeki girişimleri “savaş sebebi” olarak değerlendireceğini birçok kez ilan eden Ürdünlü yetkililer, yaptığı sert açıklamalarla İsrail’i bu politikalardan caydırmaya çalışıyor. Ayrıca Ürdün yönetimi, İsrail’i dizginlemek, bölgesel ve uluslararası anlamda tecrit etmek için yoğun diplomatik çaba harcıyor. Ürdün’ün çabaları İsrail’in kara operasyonunu engelleme konusunda yetersiz kaldı. Ancak ABD Başkanı Joe Biden ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile görüşmeler yapan Kral Abdullah, bu iki liderden İsrail’in Filistinlileri yerinden etme politikalarına karşı destek sağlamış görünüyor. Bu durum yalnızca bölge ülkelerinin değil Batılı uluslararası aktörlerin de Filistinlilerin Gazze ya da Batı Şeria’dan çıkarılmasına karşı İsrail üzerindeki baskıyı artıracağı anlamına geliyor.
Sonuç olarak, İsrailli yetkililer aksini iddia etse de sahada yaşanan gelişmeler Tel Aviv’in Filistinlilere yönelik zorunlu göç politikası uyguladığını gösteriyor. Ancak İsrail’in bu politikası Mısır ve Ürdün’ün ulusal güvenlik ve siyasi istikrarına yönelik ciddi bir tehdit oluşturuyor. Bu iki ülke İsrail’in tehcir politikasına karşı itirazlarını sert bir biçimde dile getirdi. Uluslararası kamuoyunun da İsrail’e yönelik baskılarının gittikçe arttığı görülüyor. Tüm bunlara rağmen İsrail’in zorunlu göç konusunda ısrarcı olması küresel sonuçları olan bölgesel bir krize sebebiyet verecek.
[Recep T. Teke, Levant Çalışmaları Araştırma Asistanı, ORSAM]
Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.